Şifamız sıradan gibi görünen bize iyi gelen küçük bir tebessümde, özlem dolu bir bakışta, latif bir sarılışta ya da yürekten şarkılar söyleyişte gizli olabilir.
Bu gizi bilen ve daima gereken özeni gösteren ilksel rehberlerimiz; Şamanlar huzurunu kaybetmiş biri yanlarına gittiğinde;
“En son zaman dans ettin?
En son ne zaman şarkı söyledin?
En son ne zaman masal dinledin?
En son ne zaman sessizliğin sesini dinledin?”diye sorar…
Bu soruların cevapları, bize yeni sorular ve beraberinde gelen cevaplarla şifanın nerede olduğuna dair birçok ipucunu beraberinde getirir…
En son ne zaman iyi ve hafif hissettin?
En son ne zaman güzel sözler duyup söyledin?
En son ne zaman birine içtenlikle gülümsedin?
En son ne zaman koşulsuz sevgini ifade edip sarıldın?
En son ne zaman sadece anda olup bunun zevkini yaşadın?
En son ne zaman ruhunla bir’leşip, buluşup birleştiğini hissedip içsel dışsal ahengine eriştin?Evet atalarımız bize yolu yine açmış… Biz de bu bunun gibi soruları çoğaltmaya devam edebiliriz.
Kadim rehberlerimiz bize bu sorularla ruhun ahengini ortaya çıkaran ve ruhu besleyen sanatlarla arayı açmamamız gerektiğini ve hatta düzenli zaman ayırmamızı telkin etmiş. Her biri, bize özümüze eriştiren sanatları icra ettiğimizde kendiliğinden gerçekleşen şifayı hatırlatmış. Kadim bilgiyle yaşayan atalarımız bize bütün bu güzel insanî duyguları daima hatırlatırken, günümüz şamanları; Dünya’nın bir ucundaki şifacıları, yazarlar, önderler ve düşünürlerden Herbert Reat “Sanat insanın kendi insanlığını tanımasıdır”, derken, “Mûsikînin ritminde bir sır saklıdır. Eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu,” diyen Şems-î Tebrizi ve “Müzik Allah’ın lisânıdır” diyen Hz. Mevlâna Cellaledin-î Rûmi ve “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur,” diyen Ulu Önder Mustafa Kemâl Atatürk, müziğin, sanatın aynı olağanüstü önem ve gücüne dikkat çekerek bize açık açık yön veriyordu.
“En son ne zaman şarkı söyledin?”
Bilhassa Klâsik Türk Mûsıkîsi eserleri?..
Mûsıkî eserlerinde kişiye başka bir latiflik nüfuz eder. Söyleyenin, bestekârın yüksek duyguları ifade edişindeki hassaslık kudreti bundan iler gelen yüksek tesiri, dinleyenin ve söyleyenin belki de daha önce duymadığı ya da hiç söylemediği, ifade edemediği şekilde aşk, sevgi vb. duyguları keşfetmesine vesile olur. Bu duyguların zarafetine erişip benzer duyuşla ifade etmesini vesile olur. Bu belki de daha önce hiç yaşanmamış duyguların ifadesi yeniden doğmuş gibi bir tazelik verir ruha, bu tanış olunan hislerle başlayan yeni hayat ve ifade, daha hiç yaşanmamış hissedilmemiş duyguları temize çeker ve ruhun mutmain ifadesine bırakır kendini. Kelimelerin, duyguların, latifliğin ve aşkın her hâli eserler aracılığıyla ifade buldukça en yüce ve yüksek duygularla bağ kurmaya devam eden ruh bir tekâmül sahasında gibidir adeta. Bu sahada kimimizde güzel latif duygular uyanırken kimimizde de mevcut duyguların yoğunluğu (var ise) sağaltılır ve her iki durumda da şifa kendini gerçekleştirir.
İlksel atalardan bu yana gelen özün arınmasına yönelik kadim pek çok ritüel en gelişmiş hassas halinde sanatla yaşanır ve yaşatılır. Diğer yandan belki daha önce hissedilmeyen bir başka duygu gelişir ve algı; milli benlik algısı ve saygısı. Bu sayede doğrudan birey, aile, toplum ve kültürel kolektif değerlerde ortak hafıza oluşunda bir aidiyet duygusuna erişim olur. Bizler bir biçimde şarkılarımızla hemhâl oldukça kültürümüzün temellerine ve köklerimize dair öz saygı, bilinç ve hassasiyet açığa çıkar.
Yine dolaylı görünür fakat doğallıkla sanatla hemhâl olmanın getirdiği yaratıcı ruhumuza alan açılır ve artık daima canlılığına kavuşur. Duygularımız ve düşüncelerin ifadesinde zenginlik, kolaylık ve canlılık açığa çıkar.
İç ve dış alemimiz dengelenir, bütünlenir tamamlanmışlık hissiyle mutmain olur.
Bedendeki en uzun ve tüm sinirler arası iletişimi sağlayan tüm sinir ağı ve özellikle vagus sinir sistemini oldukça kuvvetli desteklenir ve iç batın alemini çalıştırıp letaifleri dengeler.
Sosyal alandaki birlik beraberlikte hareket ve iletişim kabiliyetimizi hatırlatıp geliştirir. İfade zenginliğini, çeşitliliğini ve güzelliğini besler. Kültürel alanda köklerimizi ve bireysel alanda kök enerjimizle olan bağımızı sağlamlaştırır. Kolektif kültürel hafızamızı geçmişten bugüne hem inşa eder, hem yeniler. Ortak değerlerimize ait kültürel mirasımızın hazinelerini paylaşarak çoğalmasını sağlar yanı sıra sosyalleşme kültürünü canlı tutarak sonraki kuşaklara yaşamın içinden capcanlı bir dirimle bu güzel, sosyal ve kültürel iletişimin ağının aktarılmasına olanak sağlar.
Gülçin Sarı